“Salgının olduğu bir dönemde kongre yapıyoruz ve Rize’de salon Lebâleb dolu” diyordu Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan. Öyle ki her gün Sağlık Bakanı maske, mesafe ve hijyen teslisini iman umdesi olarak millete sunmaya çalışırken. Ve Erdoğan’ın demek istediği gözlerden kaçıyor yahut kaçırılıyordu.”
Rıdvan Yener – (Analiz) – Nasıl mı? İzah edelim.
Tarih 1 Mayıs 2016.
Ak Parti için yeni bir dönem başlıyordu. Pelikancılar dönemi. Adlarını Üsküdardaki Pelikan yalısından alıyorlardı. Merkezleri orası olması sebebiyle. Bosphorus Global yani Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi adıyla bir stk’nın bayrağı altında faaliyet gösteriyorlardı. Wikileaks’ın sızdırdığ e-mail’ler ile grup ifşa olmuştu. Lakin faaliyetlerine ara ya da son vermediler.
Pelikancılar internet ve basın yoluyla kamuoyu oluşturuyor yahut nabız tutuyorlardı. Parti içinde ekarte etmek istediklerini köşe yazılarıyla, sahte sosyal medya hesaplarıyla ve botlar ile karalamaya çalışıyorlardı. Başarlı da oldular. Birçok ismi safdışı bırakmışlardı.
Zamanla parti içindeki klik ayrılıklarıda büyüdü. Berat Albayrak’ın başını çektiği iddia edilen Pelikancılara karşı Süleyman Soylu’nun trol ekibinin olduğu iddiası kamuoyuna yansırken, aralarındaki savaş medyada karşılık bulmaya başlamıştı bile. Öyle ki Süleyman Soylu’nun Berat Albayrak’a omuz atması ve ardından gülümseyerek kameraya bakması parti içindeki dengelerin bozulmaya başladığını kanıtlar cinstendi.
Trollerin savaşı Süleyman Soylu kanadında güçleniyor lakin bu durum gün geçtikçe partiye zarar vermeye devam ediyordu. Berat Albayrak istifa etmişti lakin sular durulmayacaktı.
Ülke içindeki siyasi gücün böyle bir kaosa sürüklendiği dönemi yaşarken pandemi patlak vermişti. Ve dengeler çok daha farklı bir güç skalasına teslim olmuş böylece kartlar yeniden karılmaya başlanmıştı.
Artık bilgiye ulaşmak kolaylaştı mı? Evet. Lakin doğru bilgiye ulaşmak daha da imkansızlaştı. Öyleki devasa bir samanlığın içinde iğne aramaktan farkı yok artık. Dünyadaki Twitter trend konularının %20’i bot hesaplar tarafından oluşturulurken Türkiye’de bu oran %47. Propagandanın kurbanı olmamak neredeyse imkansız.
“Kurtarıcı Ülke”
Amerika’da Sağlık Bakanlığına bağlı FDA adında bir büro vardır. Bu büro ilaç, gıda, medikal araçlar, biyolojik medikal ürünler, kan ürünleri, veteriner aletleri, radyasyon yayan aletler ve kozmetiklerden sorumludur. Bir ilaç firması deney yapacaksa FDA’nın izni olmalıdır. Eğer firmalar yaptıkları araştırmalar sonucunda ilacın yararlı olduğuna dair FDA’dan onay alamazlarsa ülkede kullanımına ve deney yapılmasına izin verilmez. Lakin FDA’dan kaçıp deney yapmanın bir yolu vardı. Deneyi farklı ülkelerde yapmak.
Çin, Rusya, Hindistan, Romanya, Tayland ve Türkiye. Bu ülkelerde denekler oldukça ucuz ve bilinçsizlerdi. Çoğu tedavi olduklarını sanırken aslında üzerlerinde deneyler yapılıyordu. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu tip ülkere ilaç firmaları kurtarıcı ülke lakabını takmıştı.
Sadece 2012-2018 yılları arasında Türkiye’de 2 bin klinik araştırma yapılmıştı. Peki bu deneylerden yerelde kim kâr sağlıyordu?
…
Cui Bono? (Kimin Yararına?) demişti ya Cicero.
Uyuşturucu mu daha zararlı yoksa ilaçlar mı? Artık karar vermek çok zor. “Aptal olanlar buna inanacak ve tedavi edilmeyi isteyecek. Sonuç olarak tedavinin(!) planlanmasını sağlamış olacağız.” ve yine “İnsanları ikna ederek ortadan kaldıracağız.” diyordu Jacques Attali. Öyle de oluyor aslında.
Düşünün…
Koronanın belirtileri nelerdi? Bir kaçı şöyle: “Bulantı, kusma, karın ağrısı, astım, nezle, yutak iltihabı”. Özür dilerim bu tedavide kullanılan sabah akşam 8’er adet verilen Favipiravir isimli ilacın yan etkileri. Hıçkırığın bile kovid belirtisi olduğunun ifade edildiği ve tedavisinin Favipiravir ile yapıldığı bir ortamda kovid tanısı koyulmayan olabilir mi?
“Bu test, bulaşıcı hastalığı teşhis etmek için kullanılmamalıdır.” derken PCR testinin mucidi Kary Mullis’i kimse neden dinlemiyordu? PCR testinin ölü mikropları bile bularak hatalı sonuç verdiği açık açık ortadayken niyeydi bu ısrar?Dedik ya Cui Bono?
Çünkü Favipiravir’in yerli sentezini yapanlardan biriside Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca’nın kurucusu ve sahibi olduğu Medipol Üniversitesiydi. Neyse. Konumuz bu değil. Ya da bu mu?
Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Azap “Çift maske kullanımının tek maskeye göre koruyucu olmadığını” söyledikten bir kaç gün sonra Bilim Kurulu çift maske takmanın faydalı olacağını açıklıyordu. Bilim çok hızlı mı ilerliyordu yoksa bilimciler çok hızlı mı değişiyordu?
Bir sıvıya aşı denilmesi için “Faz” diye isimlendirilen 4 aşamayı geçmiş olmalıdır. Yani Faz3 aşamasında olan bir sıvıya “aşı” denilmez. Türkovak’tan bahsediyorum. Hani Sağlık Bakanımızın deneylere katılmamızı rica ettiği Türkovak. Buraya kadar herşey normal. Lakin…
Faz3 çalışmaları hâlâ devam eden bir diğer sıvı ise Biontech. Hani anayasal hak olan eğitim hürriyetini bu deneysel sıvıyı vücuduna zerk etmeyenlerin yıldırılarak engelleneceği açık açık ifade edilmişti. Hani “Vatandaşlık ödevidir” denilerek denek olarak kullanılmamız mecburi bir hüviyete sokmaya çalışılmıştı. Hani bu sıvıyı üreten Uğur Şahin bile kendi vücuduna enjekte ettirmemişti hatta çocuğunada vurdurtmamıştı. Lakin bizim çocuklarımızın ne önemi var ki? Yan etkilerinden bahsetmiyorum bile. Çünkü bilmiyoruz.
…
“Yalnızlığımı biliyorum ama mücadelemi sürdüreceğim”
Her fırsatta Erdoğan’ı sırtından bıçaklayan bir klik mutlaka parti içinde türüyordu. Kuzu postuna girmiş FETÖ’cüler, Davutoğlu’cular, Ali Babacan’cılar vs. Şimdi ise kovidciler. FETÖ olayları nasıl işlediyse, Davutoğlu ve Başbakanlığı dönemi nasıl işlediyse kovid meselesi de aynen öyle işliyor. FETÖ haindir diyenlere zamanında nasıl düşmanlık edildiyse şimdi de deney sıvısına “aşı” demeyenlere aynı muamele yapılıyor.
Deney sıvısına kim karşı durduysa ya öldürüldü ya rezil edildi. Devlet başkanlarından bahsediyorum. Erdoğan’ın “Küresel Çete” diye tanımladıkları işliyordu bu cinayetleri.
Bilirsiniz son seçimlerde anketlerin Erdoğan’a nasıl manipüle edilerek gönderildiğini. Kovid meselesinde de aynı tuzağın içine çekliyorken Erdoğan kimse nasıl karşı çıkmıyor anlamak imkansız. Bu aziz vatanı ilaç şirketlerinin “Kurtarıcı Ülke” tanımına getirilmesine nasıl müsaade ediliyor hayret verici. Lakin belli ki Erdoğan bu kadar yalana karşı insanları ikna etmeye çalışıyordu. Rize’deki kongre de söylediği sözler bunu gösteriyordu açıkça ama herkes deve kuşu gibi kafasını televizyona sokmuş anlamaktan ziyade yorum yapmaya odaklanmış durumdaydı.
“Salon lebalep dolu” derken verdiği mesaj açıktı lakin görmedik.
Açık açık bütün basın organları Fahrettin Koca’yı bir başbakan hüviyetiyle sunuyordu. “Sevgili vatandaşlarım” diye başlayan cümleyle Erdoğan’a nota veriyordu aslında. Ama millet olarak göremedik. Tek baktığımız “Cambaza bak” hikayesindeki cambazdı.
NEO-Palikancılar
Sağlık Bakanı paralel Cumhurbaşkanı, bilim kurulu ise paralel meclis gibi davranıyor. Erdoğan’a giden bilgiler tıpkı FETÖ’cülerin yaptığı gibi yanlış aktarılıyordu.
Erdoğan “Aşının mecburi olması söz konusu değil.” Derken Sağlık Bakanı deneysel bu sıvının “Tercihe bırakılamayacağını ifade ediyordu. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde olduğu gibi Erdoğan saf dışı bırakılmak isteniyordu. Basında ise tek bir düstur hakimdi “AŞI”.
Kovid meselesinin aslını konuşan Prof. Dr. Canan Karatay, Prof. Dr. Serhat Fındık vs. İsimler basın tarafından aforoz edilmişti. Twitter, Facebook ve İnstagram gibi platformlar toplum sağlığını düşündüğü için (!) deneysel sıvı aleyhinde yazı yazanları engelliyordu. Sanki bir el Jacques Attali’nin fikirlerini uygulamaya koymuştu.
“Fırsat bu fırsat” diyen Ak Partinin içindeki Neo-Pelikancılar evvela Pelikancı denilen Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’nin üzerine çizgi çekmeye sonrasında ise Erdoğan’ı ekarte etmeye gayret ediyorlardı.
Maksat belliydi. Erdoğan küreselcilerin kovid ve aşı propagandasının adağı olmalıydı. Hâlâ devam eden global ayinin neticesinde kurbanın Erdoğan olması için bütün toplum neredeyse ikna edilmişti. Lakin Erdoğan feda edilemeyecek kadar bu millet ve devlet için mühim bir şahsiyet. Hele ki küreselci sapıkların yahut dijital faşistlerin ellerine yem edilmezdi, edilemez…
Zorunlu askerlik olmadığı için asker sıkıntısı çekilen Almanya’da, lejyoner taburları kurulmak istendiği iddia edildi.
AYHAN GONCA SAMSUN – Almanya hükümetinin, bu ülkede doğmuş, büyümüş ve Alman vatandaşı olan Türk gençlerini, oluşturacakları lejyoner taburlarında görevlendirmek istedikleri ileri sürüldü.
Edinilen bilgilere göre; Almanya bir plan dahilinde Alman ordusunun bir kısmını paralı Türk askerlerinden oluşturmak istiyor. Türk gençler Alman ordusuna katılmak isterse, alacakları maaşları bile belirlendi.
Asker açığını kapatamayan Almanya, tek çare olarak, yıllardır ülkede yaşayan, Almanya’ya ayak uydurmuş yabancıları görmeye başladı. Rusya ile savaşın yayılma ihtimalinden “gözü korkan” Almanya, Alman vatandaşı Türk kökenlileri asker yapmak istiyor.
Askere alınacak Türkler’in yılda yaklaşık 1 milyon 750 bin lira alacağı ve rütbeleri yükseldikçe maaşlarının artacağı kaydedildi.
Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, yabancıları askere alınırsa, Avrupa’da bunu yapan ilk silahlı kuvvetler olmayacaklarını söyledi. Almanya’nın muhtemel bir savaşa hazır olması gerektiğini belirten Pistorius, şu andaki asker açığının 20 bin olduğunu vurguladı. Fransa, Belçika ve Danimarka, paralı asker (lejyoner) sistemini yıllardır uyguluyor.
Avrupa Parlamentosu’nun 2023-2024 Türkiye Raporu hakkında değerlendirmede bulunan Dışişleri Bakanlığı, rapora tepki gösterdi
HABER MERKEZİ SAMSUN – Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu tarafından 7 Mayıs 2025’te kabul edilen “2023-2024 Türkiye Raporu”nun Türkiye aleyhine çarpıtılmış, ön yargılı ve gerçek dışı iddialar içerdiğini bildirdi.
Bakanlık açıklamasında, “Terör örgütlerine ve Türkiye karşıtlığını varoluş nedeni haline getirmiş bazı çevrelere propaganda zemini sağlayan bir kurumun, Türkiye’deki siyasi dinamikler, dış politikamız ve Sayın Cumhurbaşkanımızın KKTC ziyaretine yönelik mesnetsiz değerlendirmelerini reddediyoruz.” dedi.
Bakanlık, önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin AB’ye katılım süreci dahil, AB ile ilişkilerin karşılıklı yarar temelinde sürdürülmesi için AP’nin üzerine düşeni yapması gerektiğini ve bunun beklendiğinin de altını çizdi.
Başkanlar, Intersolar Europe 2025 Fuarı’na katıldı
Almanya Münih’te düzenlenen Intersolar Europe 2025 Fuarı’na Türkiye’den 8 belediye başkanı katıldı. Başkanlar, fuarda sergilenen son teknoloji ürünlerini inceledi.
EDİTÖR: HAKAN ÜSTÜN MÜNİH – Almanya Münih’te düzenlenen Intersolar Europe 2025 Fuarı’na Türkiye’den 8 belediye başkanı katıldı. Başkanlar, fuarda sergilenen son teknoloji ürünlerini inceledi.
Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen Başkanlığı’nda, Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Kasım Gülpınar, Niğde Belediye Başkanı Emrah Özdemir, Kars Belediye Başkanı Ötüken Senger, Sandıklı Belediye Başkanı Adnan Öztaş, Sivas Belediye Başkanı Adem Uzun, Aksaray Belediye Başkanı Evren Dinçer ve Samsun Havza Belediye Başkanı Murat İkiz’in katıldığı fuar büyük ilgi gördü.
Enerji Kentleri Birliği Başkanlığı olarak katıldıkları Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Intersolar Europe 2025 Fuarı kapsamında yenilenebilir enerji ve jeotermal alanlarındaki gelişmeler yerinde incelendi. Havza Belediye Başkanı Murat İkiz, “Türkiyemizin sahip olduğu yüksek güneş enerjisi potansiyelini ve yer altı sıcak su kaynaklarının en verimli şekilde değerlendirmek adına, fuarda sergilenen son teknolojileri yakından takip ederek, uluslararası iş birlikleri için görüşmeler gerçekleştirdik.” dedi.
Enerjide dışa bağımlılığı azaltan, çevre dostu projelerle şehirlerin geleceğine yatırım yapmaya devam edeceklerinin altını çizen belediye başkanları fuara katılımın ardından Münih Başkonsolosu Süalp Erdoğan’ı ziyaret etti. Başkonsolos Erdoğan ile yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının karşılaştığı sorunlar, yerel yönetimlerin uluslararası platformlardaki rolü ve Türkiye-Almanya ilişkileri üzerine verimli bir görüşme gerçekleştirdi.