Erkeklerin yüzde 15’inde görülen ve genellikle ergenlikte ortaya çıkan varikoselin tedavi edilmezse kısırlığa neden olabileceğini söyleyen Üroloji Uzmanı Op. Dr. Cemalettin Cengiz Beyaz, “Varikosel; erkeklerde testiste kirli kanı taşıyan damarlarda genişleme olmasıdır. Kısırlık şikâyetiyle gelen hastaların yüzde 40’ında görülmektedir. Anatomik yatkınlık nedeniyle sol tarafta, uzun ve zayıf insanlarda daha çok görülebilmektedir. Ameliyatla tedavisi mümkündür” dedi.
Metin Akyürek ORDU-Varikosel kelimesinin anormal derecede genişlemiş damar ağı anlamına geldiğini söyleyen Medical Park Ordu Hastanesi Üroloji Uzmanı Op. Dr. Cemalettin Cengiz Beyaz, “Erkeklerde varikoselden söz ettiğimiz zaman testiste (yumurtalık) kirli kanı taşıyan damarlarda (ven) bir bozulma söz konusudur. Varikosel erkeklerin yüzde 15’inde görülür ve genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkar. Kısırlık tanısı konulmuş erkeklerin ise yüzde 35 ila 40’ında varikosel mevcut olduğu tespit edilir. Daha önce çocuğu olmuş ama sonradan kısırlık gelişen erkeklerin ise (sekonder infertil) yüzde 45 ila 80’inde varikosel olduğu görülmektedir” şeklinde konuştu.
Kısırlığa sebep olabilir Varikoselin anatomik yatkınlık nedeniyle sol tarafta, uzun ve zayıf insanlarda daha çok görülebildiğine dikkat çeken Op. Dr. Cemalettin Cengiz Beyaz, sözlerine şöyle devam etti: “Net olarak sebebi bilinmese de venöz kapakçıklarda bozulma sonucu venöz kan göllenmesi olur. Bu da testis içerisinde çeşitli maddelerin salınımına ve hormon salgısının bozulmasına neden olur. Sonuç itibariyle sperm üretiminde bozulma olduğu düşünülmektedir. Anatomik yatkınlık nedeniyle sol tarafta, uzun ve zayıf insanlarda daha çok görülebilmektedir. Normalde skrotal ısı (testis içerisinde yer alan kese içi ısısı), vücut ısısından daha düşüktür. Varikosel yani venöz göllenme sonrasında skrotal ısı artışının da sperm üretimini bozarak kısırlığa sebep olduğu düşünülmektedir.”
Fizik muayenede tespit edilebiliyor Ağrı veya kısırlık şikâyetiyle başvuran erkeklerde tanı için öncelikle fizik muayenenin önemli olduğunun altını çizen Op. Dr. Cemalettin Cengiz Beyaz, “Varikoseli olan erkeklerde skrotal ağrı da olabilmektedir. Ağrı veya kısırlık şikâyetiyle başvuran erkeklerde tanıda öncelikle fizik muayene önemlidir. Muayene tercihen oda sıcaklığında ve ayakta yapılmalıdır. Fizik muayenede varikosel tespiti tanı için yeterlidir. Fizik muayenenin güvenilir olmadığı durumlarda doppler ultrasonografi tanı koymada tercih edilen radyolojik yöntemdir. Ultrasonografide venöz yapılarda sürekli geri akım olması ve damar genişliği 3 mm üzerinde olması varikosel tanısı açısından anlamlıdır“ dedi.
Mikroskop eşliğinde yapılan varikosel cerrahisi ile tedavi edilebiliyor Varikosel tedavisi için günümüzde kabul gören cerrahi yöntemin mikroskop eşliğinde yapılan varikosel cerrahisi olduğunu söyleyen Op. Dr. Cemalettin Cengiz Beyaz, “Tespit edilen olgularda cerrahi kriterler hâlâ tartışmalı olsa da, semen analizinde bozulma veya varikosel olan tarafta testis boyutunda diğer testise göre yüzde 20 küçülme gibi durumlarda cerrahi önerilmektedir. Ergenlik döneminde varikosel tespit edilen olgularda da ilerleyen dönemde kısırlık oluşabileceği göz önünde bulundurularak cerrahi önerilir. Skrotal ağrı nedeniyle başvuran ve varikosel haricinde başka bir neden bulunamayan olgularda da cerrahi önerilebilir. Günümüzde kabul gören cerrahi yöntem ise mikroskop eşliğinde yapılan varikosel cerrahisidir. Tecrübeli ve yeterli donanımı mevcut hastane şartlarında güvenli bir cerrahi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz“ diyerek sözlerini sonlandırdı.
Kanser tedavisinde kemoterapiyi arka planda bırakan yöntem; immünoterapi
Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve Türk Akciğer Kanseri Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu, artan kanser vakalarına ve yeni gelişen tedavi yöntemlerine dikkati çekip, “İmmünoterapi, kanser hücrelerinin salgıladığı maddeleri bloke ederek, vücudumuzun kanser hücrelerini fark etmesini ve bunlarla birebir savaşmasını sağlıyor. Bu sayede tedavide kemoterapi biraz arka planda kalmaya başladı, direkt tümörle savaşarak tedavide rol oynuyor. Yan etkileri çok fazla değil” dedi.
Nevra UÇKAÇ İZMİR-SBÜ Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve Türk Akciğer Kanseri Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu, 4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle açıklama yapıp, vatandaşlara uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu, 21’inci yüzyılın kanser açısından bütün dünyada pandeminin yaratıldığı bir dönem olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. kömürcüoğlu, başta akciğer, kadınlarda görülen meme ve kolon veya rektumda görülen kolorektal kanserler olmak üzere tüm kanser türlerinde artış olduğunu söyledi.
‘KATKILI VE HORMONLU GIDALARI ÇOK TÜKETİYORUZ’
Kanser vakalarının artmasının bazı nedenleri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kömürcüoğlu “Modernleşen toplumda katkılı ve hormonlu gıdaları çok tüketiyoruz. Bu durum özellikle kolorektal kanserleri çok arttırıyor. Yine hava kirliliğinin artması dışardan aldığımız insan vücudunun dengesini bozan başta radon gibi gazlara maruziyet, hava kirliliği ve pek çok pestisit gibi zararlı ürünlere maruz kalmamız kanser riskini arttırıyor. Kadınlarda görülen meme kanserinde hormonlu tavuk eti gibi gıdaların risk faktörü oluşturduğunu söyleyebiliriz” dedi.
‘KANSERLİ HASTALARDA YAŞAM SÜRELERİNİ ARTTIRAN BİR UMUT’
Kanser hastalığının tedavisinde ve genetiğinde çok büyük gelişmeler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kömürcüoğlu, özellikle akciğer kanserinde moleküler analizlerle tümöre etki eden yeni ilaçlar geliştirildiğini söyledi. Tüm kanser türlerinin tedavisinde bağışıklığın arttırılması anlamına gelen immünoterapinin etkili olduğunu anlatan Prof. Dr. Kömürcüoğlu, “İmmünoterapi aslında 21’inci yüzyılın keşiflerinden bir tanesidir. İmmünoterapi ile kendi vücudumuzun immün hücrelerini kanser hücrelerine karşı uyararak bunların savaşması sağlanıyor. Kanserli hastalarda bir umut olarak yaşam süresinde artış izleniyor. Kanserli hücreler, bizim vücudumuzdaki immün sistemi uyutan bazı hormonlar salgılar. Bu sayede bizim normal vücut hücrelerimiz kanseri fark etmiyor. Kanserin patolojisinde bu var. İmmünoterapi ise bu kanser hücrelerinin salgıladığı maddeleri bloke ederek, vücudumuzun kanser hücrelerini fark etmesini ve bunlarla birebir savaşmasını sağlıyor. Bu sayede tedavide kemoterapi biraz arka planda kalmaya başladı, direkt tümörle savaşarak tedavide rol oynuyor. Yan etkileri çok fazla değil. Hastaların bulantı, kusma gibi genel durumunu bozucu bazı yan etkilere sahip olmadığı için daha tolere edilebilir bir tedavi” diye konuştu.
‘KİŞİNİN KANSERİNE YÖNELİK TEDAVİ’
Kanser türlerine göre tedavi protokollerinin de birbirinden farklı olduğuna dikkat çeken Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu, tümörün genetik yapısı ve immünoterapiye yanıt oranını etkileyen faktörlerin incelenmesinin ardından kişinin kanserine yönelik bir tedavinin planlandığını söyledi. Prof. Dr. Kömürcüoğlu, “Tümörü ortadan kaldırıcı ve uygun yaşam süresi vadeden ameliyatlar da yapılıyor. Ama tümörün nüksetmemesi için idame tedavileri etkili bir rol oynuyor. Kanserden korkma; hem geç kalmaktan kork hem de etkin tedaviye ulaşamamaktan kork. Tanının erken konması ve etkin tedaviye erken başlanması hastanın tedaviyi bırakmadan kontrollerine devam etmesi önemli. Nüksettiği zaman erken teşhisi önemli bizim açımızdan” dedi.
‘AKCİĞER KANSERİ 30’LU YAŞLARA KADAR DÜŞTÜ’
Günümüzde özellikle akciğer kanserine yakalananların yaş aralığının giderek düştüğünü kaydeden Prof. Dr. Kömürcüoğlu, “Eskiden yaş aralığını 60 yaşın üzeri olarak gösterirdik. Artık akciğer kanseri 30’lu yaşlara kadar düştü. Bunlarda özellikle kadınlarda ve genç hastalarda genetik yatkınlığın çok daha önemli olduğunu biliyoruz. Buna yönelik bu hastalarda tedavi uyguluyoruz. Kanser aileleri var. Sadece akciğer kanseri için değil. Kanserle savaşan genetik yapı bozuk olduğu için kanser çok daha kolay ve erken yaşta ortaya çıkabiliyor. Eğer ailenizde bir kanser öyküsü varsa, farklı akrabalarınızda meme kolon kanseri gibi farklı tip kanserler ortaya çıkıyorsa; bu açıdan risk daha yüksektir. Daha sık kontrol edilmek gerekir” diye konuştu. (DHA)
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sıla Akhan, halk arasında grip olarak bilinen influenzanın yaygınlaştığına ve şu an pik yaptığına dikkat çekerek, “Bu virüslerin koronavirüsteki gibi semptomları arasında çok büyük bir fark yok. Hemen hepsi aynı şekilde başlıyor ancak koronavirüsün koku almanın, tat almanın gitmesi gibi çok temel bazı bulguları vardı. Bu aslında koronavirüs için çok spesifik bir özellik oldu ama onun dışındaki özellikleri çok benzer” dedi. Öte yandan, KOÜ Araştırma ve Uygulama Hastanesi’ne son 3 ayda 17 bin 241 kişinin influenza belirtileri nedeniyle başvurduğu öğrenildi.
Nazım Özgün ERBULAN İZMİT-KOÜ Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sıla Akhan, üst solunum yolu enfeksiyonu hastalıklarından, halk arasında grip olarak bilinen influenzanın artışına dikkat çekti. KOÜ Araştırma ve Uygulama Hastanesi’ne son 3 ayda 17 bin 241 kişinin influenza belirtileri nedeniyle başvurduğu öğrenilirken, hastalığın aşısı ve tedavisi olduğunu belirten Akhan, “Sezonsal olarak görülen özellikle solunum yoluyla bulaşan enfeksiyonlar, aslında bu dönemde en sık gördüğümüz enfeksiyonlar. Koronavirüsteki gibi aynı şekilde bulaşan hastalıklar ve influenza da bu grubun içinde.
İkisi de RNA virüsü ve her sene karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bunun dışında toplumda birçok virüs de etken ve bu dönem içerisinde bazıları pik yapıyorlar. Bunların içerisinde var olan hastalıklardan influenzanın aşısı var ve en başında yani ekim, kasım aylarında aşı olunduğu takdirde bu enfeksiyon biraz daha hafif seyrediyor ve daha kolay atlatıyoruz” ifadelerini kullandı.
‘AŞISIZ VE GEÇ GELİNDİĞİNDE BİRAZ DAHA AĞIR SEYREDEBİLİYOR’
Polikliniğe gelenlerinin çoğunun aşı olmadığını fark ettiklerini söyleyen Prof. Dr. Akhan, “Kasım ayından bu yana aşıda da biraz azalma oldu. Yani kişilerin aşı olmadığını fark ediyoruz. Olması gereken risk grupları var ve onların her sene aynı zamanda aşı olmaları gerekiyor.
Poliklinikte çoğunun bu aşıları olmadığını fark ediyorduk ve zaten şu anda da bu virüslerin içerisinde en çok pik yapan influenza oldu. Hakikaten hastane ve toplumda çok fazla yaygın ve biraz da bu şekilde aşısız ve geç de gelindiği için, tedaviye de hemen başlanmadığı için biraz daha ağır seyredebiliyor. Ek bir hastalık varsa daha ağır seyrediyor, uzuyor ve toplumdaki bulaşı da artıyor” diye konuştu.
‘TESTLERİ MUTLAKA YAPTIRMAK GEREKİYOR’
Semptomlarının koronavirüs ile benzer olduğunu ve mutlaka test yapılması gerektiğini belirten Akhan, “Bu virüslerin koronavirüsteki gibi semptomları arasında çok büyük bir fark yok. Hemen hepsi aynı şekilde başlıyor ancak koronavirüsün koku almanın, tat almanın gitmesi gibi çok temel bazı bulguları vardı. Bu aslında koronavirüs için çok spesifik bir özellik oldu ama onun dışındaki özellikleri çok benzer ve kişi bunun hangisi olduğunu çok iyi anlayamaz. Mutlaka bir test yaptırmak gerekiyor. Hızlı testler ya da hastanelerde daha fazla etkeni de kapsayan testler var, bu testleri mutlaka yaptırmak gerekiyor. Semptomlar benzer olduğu için kişinin kendisinin anlaması mümkün değil ama bir şekilde adı konulursa farklı tedaviler uygulanacağı için mutlaka geç kalmadan ilk başta müdahale edilmesi gerek” dedi.
‘HASTA KİŞİNİN MASKE TAKMASI ÖNEMLİ’
Maskeyi hasta kişinin takması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Sıla Akhan, “Maskeyi şöyle düşünmek gerekiyor; evin içerisinde bir kişi hastaysa önleyici tedavi alması gerekir. Hasta olan kişi dışarı çıkacaksa mutlaka maske takmasında fayda var. Yani aslında hasta kişinin maske takması önemli. Diğer kişiler toplu olunan araç ve benzeri yerlerdeyken maske takabilir ama onun dışında çok zorunlu bir durum değil. Burada esas önemli olan aslında korunma yani aşı yoksa aşı olunması, hastalığın başlangıcında da isminin konulup tedavi edilmesi. Erişkin yaştaki kişilerin mutlaka aşılarını takip etmesi ve ek hastalıkları olduğu için de kontrole gitmesi bütün bu enfeksiyonları da biraz daha kolay atlatılmasını sağlayacaktır” diye konuştu. (DHA)
Dr. Çallı: Kadın hastalığı olarak bilindiği için meme kanseri erkeklerde geç tanıya neden oluyor
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Dursun Odabaş Tıp Merkezi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. İskan Çallı, “Meme kanseri toplumda kadın hastalığı olarak biliniyor. Bu da erkeklerdeki meme kanserlerinin tanısının gecikmesine sebep oluyor. Ortalama her 8 kadından 1’i hayatının bir döneminde meme kanserine yakalanıyor. Bu oran erkeklerde 800’de 1 gibi” dedi.
Gülay KUYUCU-Orhan AŞAN VAN-Meme kanseri kadınlarda en çok görülen kanser türlerinin başında geliyor. Kadınlara oranla riski az olsa da erkeklerde de meme kanseri görülüyor. YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. İskan Çallı, toplumda meme kanserinin kadın hastalığı olarak bilindiğini ve bunun erkeklerdeki meme kanseri tanısının gecikmesine sebep olduğunu söyledi. Dr. Çallı, “Ortalama her 8 kadından 1’i hayatının bir döneminde meme kanserine yakalanıyor. Bu oran erkelerde 800’de 1 gibi. Böyle olunca da erkeklerde memede fark edilen kitleler atlanıyor. Bu da maalesef geç tanı konulmasına ve tedavi sürecinin daha sıkıntılı olmasına neden oluyor” diye konuştu.
MEME KANSERİ RİSKİNİ ARTIRAN FAKTÖRLER
Erkeklerde meme kanseri riskini artıran etkenleri anlatan Dr. Çallı, “Erkeklerde daha çok genetik sebepler, ailesinde meme kanseri olanlarda risk artıyor. Beslenme ve çevresel faktörler önemli. Özellikle göğse radyasyon alanlarda meme kanseri riski artıyor. Bununla birlikte obezite yani yağlanma, aşırı kilo artışı vücutta östrojen artışına sebep oluyor. Bununla birlikte de meme dokusunda anormal hücrelerde büyümeler meydana gelebiliyor. Bu da karşımıza meme kanseri olarak çıkıyor” dedi.
ERKEKLERDE MEME KANSERİ BELİRTİLERİ
Erkeklerde meme kanserinin nasıl fark edileceğine ilişkin bilgiler veren Dr. Çallı, “Erkeklerde meme hacmi, dokusu kadınlardan çok daha az. Böyle olunca memede bir kitle çok daha kolay fark edilebiliyor. Bunun dışında meme başı akıntıları olabiliyor. Meme ucunda çekilmeler, yine cilt değişiklikleri gibi bulgularla karşımıza çıkıyor. Ara ara bize de başvuran hastalarımız oluyor. Şu anda da tedavi gören erkek hastalarımız var. Teşhisinde ve tedavilerinde kadınlarda yaptığımız tedavilere benzer tedaviler uyguluyoruz. Erkek meme kanserlerinin kadınlardan şöyle bir farklı özelliği var. Erkeklerde östrojen ve progesteron reseptörlerinin yüksekliği çok daha fazla. Bize şöyle bir avantaj sağlıyor. Bu daha çok hormon tedavisine yanıtının daha iyi olmasını sağlayacak. Özellikle 65 yaş üzeri erkeklerde sıklık daha fazla. Memede kitle fark eden bütün erkek hastalarımızın zaman kaybetmeksizin mutlaka bir genel cerrahi uzmanımıza görünmesi önemini vurgulamak gerekiyor.” (DHA)