Vizyon Kuyumcu
Connect with us

Sağlık

Genetik miras yumurtlama sayısının azalmasında önemli rol oynuyor

Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erhan Şimşek, genetik mirasın yumurtlama sayısının azalmasında önemli rol oynadığını bildirdi.

ADANA-
Doç. Dr. Erhan Şimşek, yaptığı açıklamada, erkek üreme hücresi olan spermin her ay yeniden üretilirken; kadınların daha anne karnında oluşan, belirli sayıda yumurta ile dünyaya geldiğini belirterek, “Her yeni doğan bebekte farklı sayıda olan bu yumurtalar ergenlik çağına ulaşıldığında belirli bir seviyeye düşer. Menopoz dönemine kadar kullanılan ya da azalan yumurta sayısı, menopoz ile birlikte tükenir. Genel anlamda; sağlıklı bir kadında 20 milyona yakın yumurta anne karnında oluşurken; bu sayı doğumda bir milyona, ergenlik dönemine girilmesiyle 500-700 bin civarına geriler” dedi.

Üreme Sağlığı ve İnfertilite üzerine uzmanlaşmış bir hekim olarak, çocuk doğurma yaşının ötelenmesi ile giderek artan oranda yumurtası azalmış kadınlar ile karşılaşıldığını belirten Doç. Dr. Erhan Şimşek, şöyle devam etti:

“Ergenlik döneminde ortalama 500 bin civarında olan yumurta rezervinden 500 tanesi, menopoza kadar kullanılır. Geriye kalan yumurtalardan da her ay 500 veya 1000 adedi yok olarak azalır. Yumurta rezervi her kadında değişkendir, bazı kadınlarda da doğduklarından itibaren az olabilir. Kadınların az bir kısmı ise her ay beklenenden daha fazla yumurta kaybederek erken menopoza girebilirler. Genelde toplumda 40 yaşın altındaki kadınların menopoza girme oranı yüzde 1 veya 2’dir. Menopozdan önceki son 5-6 yılda adet görüldüğü halde, sağlıklı yumurta üretilemediği için doğum şansı neredeyse sıfırdır. Yani son 5-6 yılki yumurtalar doğurganlık sağlamaz. O nedenle aslında menopoz yaşıyla doğurganlık yaşı aynı değildir. Doğurganlık kırklı yaşlarda sona ermektedir. 40 yaşın üstünde kendiliğinden doğurma oranı yüzde 50’nin altındadır. O yüzden bu yaşlarda hastaların doktora başvurma ve tıbbi yardım isteme oranları çok yüksektir.”

“Yumurta rezervleri hen kadında değişiklik gösterir”

Yumurta rezervinin kişilere göre değişiklik gösterdiğinin ve bu konuda çevresel ve genetik faktörlerin önemli olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Erhan Şimşek, açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Anneleri erken yaşlarda menopoza girmiş olan kadınlar, yumurta rezervlerini mutlaka kontrol ettirmelidir. Kişilerin anneleri 40 yaşın altında menopoza girdiyse, annelerinin doğurganlığı az olmuş ise, tüp bebekle doğuran kardeşleri ya da teyzeleri var ise doğurganlıkları az olabilir. O nedenle bu hastaların; benim rezervim az mı diye düşünerek kadın doğum uzmanı hekimler tarafından değerlendirilmeleri yerinde bir karar olur. Bununla birlikte bilmediğimiz sebeplerden de bir grup hastada azalmış yumurta rezervi görülebilmektedir. Toplumda yüzde 1 ile yüzde 2 arasında olsa da, erken yaşlarda yumurta kaybı yaşayan hastalarımız olabiliyor. Özellikle adet miktarı azalıp düzensizleşiyorsa, 2-3 ayda bir seyrek adet görülüyorsa, yumurta rezervinin kontrol ettirilmesinde fayda olduğunu düşünüyoruz. Toplumumuzda yaygın olan evlilikten sonra kadın doğum doktoruna gitme düşüncesi; doğurganlık kaybıyla sonuçlanabiliyor. Genellikle 33-35 yaşına kadar hastaların yeterli yumurtası vardır ve doğurganlıklarında bir sorun beklenmemektir. 27 yaşından 34 yaşına kadar hafif azalan doğurganlık genellikle 40’lı yaşların başına kadar azalarak sürer. Kırk yaş üzeri ancak yeni evli olan bir hastada bulacağımız yumurtalarla doğuma ulaşma şansımız yüzde 1 ile yüzde 3 oranlarını geçememektedir. 45 yaşından sonra ise doğal doğurganlık oranı ihmal edilecek kadar düşüktür. Kadın Doğum muayenesinin yanı sıra doktorunuzun uygun gördüğünde yapılacak bir kan testi olan, antimüllerian hormon (AMH) ölçümü hastalarımıza yumurta rezervleri ile ilgili fikir verebilmektedir. Bu kan testi muayenenin yerine geçmemektedir. Yumurtalığın sağlıklı olup olmadığını ya da doğurup doğurmayacağınızı ön görmemekle birlikte, mevcut yumurtaların oranını belirleyebilmektedir. Test ile birlikte jinekolojik muayene mutlaka yaptırılmalıdır. Bekar kadınların jinekolojik muayenesi rahim ve yumurtalıklarının detaylı görülebileceği karından ultrason ile yapılmaktadır. Bu yöntemle yumurta rezervlerini anlamak mümkündür. Rezervleri ile ilgili kaygısı olan, yaşı 33 – 35 veya ötesine ilerleyen, ailede erken menopoz öyküsü bulunan kadınların bir Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanına başvurmaları gerekmektedir”.

“Uzayan insan ömrü doğurganlık yaşını etkilemiyor”

Günümüzde uzayan insan ömrünün, doğurganlık yaşına bir etkisi olmadığının, “sağlıklı bir kadınım ilerleyen dönemlerde de anne olabilirim” düşüncesinin yanlış olduğunun altını çizen Doç. Dr. Erhan Şimşek, “Geçmiş dönemlerde ortalama 50 yıl ömrü olan bir kadın ile günümüzde 80 yıl yaşam beklentisi olan bir kadında doğurganlık ortalama olarak ancak 40’lı yaşların başına kadar sürebiliyor. Doğurganlık için evlilik süresinin değil, yaşın baz alınması gerekiyor. Örneğin; 40 yaşında 2 aylık evli olan bir kadının ay başına anne olma şansı gene yeni evli 35 yaşından küçük bir kadına göre oldukça azalmış bir orana sahiptir. Bu sebeple doğurganlığı belirleyen en önemli faktör evlilik süresinden ziyade kadının yaşıdır. Ertelenen doğurma yaşının sonuçları ileri yaşlarda ne yazık ki dramatik olabilmektedir. Çevresel faktörlerin başında ise sağlıklı beslenme ve egzersizin önemine değinmemiz gerekir. Protein, karbonhidrat ve yağ oranı bakımından dengeli, sağlıklı beslenme doğurganlığı arttırır. Özellikle işlenmiş şeker içeren karbonhidrattan zengin beslenme bağışıklık sistemini etkilemekte ve kiloyu artırarak yumurta kalitesini bozabilmektedir. Özetle sağlıklı kiloda olmak doğurganlık üzerine olumlu katkı sağlayabilirken aşırı kilolu ve obez olmak doğurganlığı düşürebilmektedir. Vücut kitle indeksi 35’in üzerinde olan, aşırı şişman dediğimiz hastalarda doğurganlıktaki azalma daha belirgin olmaktadır” diye konuştu.

Genel

LÖSEV’li çocuklar yeni yaşlarını DigiZoo’da kutladı

RÜMEYSA BULUT
HABER MERKEZİ
-Her ay farklı bir gönüllü firmanın ve LÖSEV dostlarının desteği ile gerçekleşen doğum günü kutlamalarının bu ayki adresi Türkiye’nin ilk holografik eğlence parkı Katılım Emeklilik DigiZoo oldu. Nisan ayında doğan ve lösemi tedavisi devam eden çocukların arkadaşlarıyla buluşarak moral bulduğu etkinlikte yaklaşık 30 çocuk birlikte pasta kesip oyunlar oynayarak neşe dolu bir gün geçirdiler.

Ocak ayında Akasya’da kapılarını açan Türkiye’nin ilk holografik eğlence parkı Katılım Emeklilik DigiZoo, sivil toplum örgütleri ile iş birliğinde düzenlediği ücretsiz etkinliklerle çocukları ağırlamaya devam ediyor. 25 yıldır binlerce lösemili ve kanserli çocuğun tedavisini üstlenen, maddi ve manevi yardım ulaştıran Lösemili Çocuklar Vakfı’na (LÖSEV) kayıtlı olan çocuklar DigiZoo’da düzenlenen doğum günü etkinliğinde bir araya geldi.

Tedavisi süren çocuklara moral oldu

Nisan ayında doğan ve hastanelerde lösemi tedavisi devam eden çocukların arkadaşlarıyla buluşarak moral bulduğu etkinlikte yaşanan mutluluk görülmeye değerdi. Etkinliğe katılan çocuklar 30’dan fazla canlı türünü 3 boyutlu hologramlarla deneyimleme fırsatı yakaladı, resimler yapıp atölyelere katıldı. Sonrasında pasta keserek doğum günü kutlaması yapan yaklaşık 30 çocuk, birlikte oyunlar oynayıp dans ederek neşe ve eğlence dolu bir gün geçirdiler.

Okumaya devam et

Asayiş

Türkiye’de ilk kalp nakli yapan cerrahlardan Prof. Dr. Cevat Yakut hayatını kaybetti

Türkiye ve dünyanın önde gelen kalp doktorlarından Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kurucu Başhekimi Prof. Dr. Cevat Yakut, 82 yaşında hayatını kaybetti.

Gamze ŞİMŞEK
İSTANBULTürkiye‘de ilk kalp nakli yapan cerrahlardan biri olan 82 yaşındaki Prof. Dr. Cevat Yakut, dün hayatını kaybetti. Kalp damar cerrahisinin duayenlerinden kabul edilen Yakut’un vefat haberini, kurucu başhekimi olduğu Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, yayımladığı mesajla duyurdu.

82 yaşındaki Prof. Dr. Cevat Yakut’un dün hayatını kaybetmesinin ardından Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesince yayımlanan baş sağlığı mesajında “Derin üzüntüyle bildiriyoruz ki, uzun yıllar boyunca sağlık sektöründe önemli hizmetler vermiş olan Hastanemiz kurucu Başhekimi Prof. Dr. Cevat Yakut hocamız, vefat etmiştir. Kendisi, meslek hayatı boyunca nitelikli sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve toplum sağlığının korunması adına önemli katkılarda bulunmuştur. Bu acı kaybı yaşayan sağlık camiasına, Koşuyolu ailesine ve sevdiklerine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Onun anısını daima yaşatacağız ve yaptığı değerli katkıları asla unutmayacağız.” ifadelerine yer verildi.

PROF. DR. CEVAT YAKUT KİMDİR?

Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi’nin kurucularından Prof. Dr. Cevat Yakut, Ankara’nın Beypazarı ilçesinde dünyaya geldi. Van Yüksek İhtisas Hastanesi’nde de kalp cerrahisini başlatmak üzere görevlendirilen Yakut, 10 yıl boyunca hafta sonlarını Van’da ameliyat yaparak geçirdi. Azerbaycan Bakü Merkezi Klinik Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Genel Koordinatörlüğü görevini üstlenen Yakut, iki dönem Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği başkanlığı yaptı. Başta Başbakanlık Onur Belgesi olmak üzere pek çok ödülü bulunan Yakut, 1990 yılında Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi’nin başhekimi oldu. Türkiye’de ilk kalp nakli yapan cerrahlardan biri olan Cevat Yakut, 2009 yılında emekli oldu.(DHA)

Okumaya devam et

Sağlık

TRABZON Prof. Dr. Özlü: Astıma bağlı ölümler en çok genç yaşta

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi, Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, “Astım tedavi edilmediğinde yaşam kalitesini çok olumsuz olarak etkiler. Hatta bazen ölümlere yol açabilir. Maalesef astıma bağlı ölümler genç yaşta ölümlerdir. Astım aslında tedavi edilebilir bir hastalıktır. Bugünkü elimizde mevcut tedavi imkanlarıyla astımı, astımı olmayan bir kişi gibi kontrol altına alabiliyor ve normal bir hayat yaşatabiliyoruz” dedi.

TRABZON-Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi, Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, ‘7 Mayıs Dünya Astım Günü’ nedeniyle astım hastalığı ve tedavisi sürecine ilişkin uyarılarda bulundu. Astımın tedavisinin mümkün olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özlü, “Astım, tüm dünyada en sık görülen hastalıklar arasında yer alır. Ülkemizde ortalama her 4-5 evden birisinde bir aslında hastanın yaşadığını biliyoruz. Hem çocukları hem erişkinleri tutabilir. Astım tedavi edilmediğinde yaşam kalitesini çok olumsuz olarak etkiler. Hatta bazen ölümlere yol açabilir. Maalesef astıma bağlı ölümler, genç yaşta ölümlerdir. Bu açıdan çok daha acı vericidir. Astım, aslında tedavi edilebilir bir hastalıktır. Bugünkü elimizde mevcut tedavi imkanlarıyla astımı, astımı olmayan bir kişi gibi kontrol altına alabiliyor ve normal bir hayat yaşatabiliyoruz. Tabii öncelikle astımın tanısının konulması önemlidir. Nefes darlığı, hırıltılı solunum, öksürük, göğüste sıkışma hissi gibi yakınmalarınız varsa sizde de astım olabilir. Özellikle bunlar zaman zaman tekrarlıyorsa bilhassa sabaha karşı uykudan uyandıracak yakınmalarınız varsa bunun astıma bağlı olma ihtimali çok daha yüksektir” dedi.

HASTA-HEKİM İŞ BİRLİĞİ ÖNEMLİ

Astım tedavisinde başarılı olmada hasta ve hekimin iş birliğinin önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Özlü, “Aslında hastaların birçoğunda alerjik nezle belirtileri de vardır. Hapşırma, burun akıntısı, geniz akıntısı, burunda tıkama gibi belirtilerle kendisini gösterebilir. Astımın tanısı çok kolaydır. Tedavisi de mümkündür ve tedavinin başarısı da çok yüksektir. İyi tedavi edildiğinde hastalar diğer normal sağlıklı kişiler gibi rahat yaşayabilirler. Ancak astımda tedavinin başarılı olması için hastayla hekimin iş birliği yapması gerekir. Hekimin tanıyı koyması, astıma sebep olabilecek tetik faktörleri tespit etmesi, bunun için alerji testleri yapılabilir ve bunların sonucunda da hastanın tavsiyeleri uyması, ilaçlarını düzenli kullanması ve kontrollerini yaptırmasını bekliyoruz. Tedaviye uyum çok önemlidir. Astımlı hastalarda en çok rastladığımız sorun tedaviye başladıktan sonra biraz iyileşmeyi takiben, ‘Ben iyi oldum artık geçti’ diye düşünerek tedaviyi terk etmeleridir. Oysa astım çoğu zaman kronik bir hastalıktır ve bir hipertansiyon tedavisi gibi uzun süreli takip ve tedavi gerektirir. O açıdan rahat olmamız, astımınınız geçtiği, sizden hastalığın kaybolduğu anlamına gelmez” diye konuştu.

‘TEKRARLAMA OLASILIĞI VAR’

Her astımlı hastanın ömür boyu astım ilacı kullanmasının gerekmeyeceğini de söyleyen Prof. Dr. Özlü, “Hekimle iş birliğinizi sürdürünüz, tavsiyelerine uyunuz. Size zarar verecek tetikleyici faktörlerden uzak kalınız. Bazen iş yerinde maruz kalan faktörler, bazen kullanılan ilaçlar astımı tetikleyebilir. Astım hastalarının bir kısmında tedavi sonrası alınan cevaba göre tedavide azaltma ve daha sonra da tedaviyi tamamen kesmek mümkün olabilir. Ama bazı astımlı hastalarda tedaviyi kestikten sonra tekrar semptomlarda tekrarlama olasılığı vardır. Astımın hangi hastada nasıl seyredeceğini, önceden çok tahmin etmek mümkün değil ama takip içerisinde hekim tedaviye devam ya da tedaviyi sonlandırma konusunda, hastaya özel bir karar vermesi gerekir. Her astımlı hastanın ömür boyu devamlı astım ilacı kullanması gerekmez. Bazen tamamen tedaviyi sonlandırdığımız, bir daha hiç tedavi etmediğimiz hastalarımız da var. Bazen de arada kesip tekrar başladığımız hastalar var. Bazen de başlayıp dozunu azalttığımız, uzun süre devam ettiğimiz hastalar var. Bu hastaya özel bir durumdur” ifadelerini kullandı. (DHA)

Okumaya devam et

Trendler

KÜNYE
Copyright © 2021 O Haber Neydi - Tüm Hakları Mahfuzdur.